17 Haziran 2015 Çarşamba

OKUMA GÜÇLÜĞÜ


Yazılı olarak gördüğümüz işaretleri seslendirme aşamasına okuma deriz. Bir başka deyişle, sesleri birleştirerek heceleri, heceleri birleştirerek kelimeleri, kelimeleri birleştirerek cümleleri oluştururuz. Yazılı bir metinde geçen duyguları, düşünceleri, fikirleri anlamak ise akıcı ve anlamlı bir okumadan geçer. Bu bilişsel etkinliği düşünürken, yazarken ve okurken; organizmamızdaki, işitme, görme ve zihinsel alanlarımız harekete geçer ve bir öğrenme çabası başlar. Dolayısıyla okumanın karmaşık bir süreç olduğunu söyleyebiliriz.

 Okumayı öğrenebilmek belli bir süreci ve işlemlemeyi tamamlamayı gerektirir. Aynı zamanda bireyin sağlık durumu, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimi, nörolojik ve fizyolojik yapısı buna uygun olmalıdır. Bazı durumlarda ise yukarıda sözü edilen alanların yeterli olgunluğa erişememesinden dolayı okumada güçlükler yaşanabilir. Okuma da yaşanan bu güçlüğe disleksi denir. Disleksi son zamanlarda öğrenme güçlüğünün de kapsayıcı bir terimi haline gelmiştir (Bender, 2007).

PEKİ NEDİR BU OKUMA GÜÇLÜĞÜ ?

ÖĞRETMENLER VE EBEVEYNLER BU DURUMU NASIL FARK EDEBİLİR ?

* Yazıdaki kelimeleri doğru ve akıcı olarak okuyamıyorsa
* Okuduğu metindeki kelimeleri seslendiremiyor ya da seslerin ne ifade ettiğini çözümleyemiyor ise
* Okuma yaparken harflerin sırasını, yerlerini değiştiriyor ise
* Normal konuşurken kelimeleri sorunsuz bir şekilde söylerken aynı kelimeleri okurken güçlük yaşıyor ise
* Sesler arası farklılığı anlayamıyor ya da söylenen sesi harf olarak size geri bildiremiyor ise (örneğin "z" ve "s" sesi verdiğiniz de seslerin farklılığını anlayamaması gibi)
* Okuduğu metni anlaması ile dinlediğini anlaması arasında büyük bir fark var ise
* Bildiği kelimeleri hatırlamakta zorlanıyor ise
* Kısa süreli bellek, matematik, faaliyete yoğunlaşma, kişisel organizasyon ve sıralama
yaparken güçlük yaşıyorsa okuma güçlüğünden şüphelenilebilir. Sonrasında ise bir uzmana başvurarak çocuğunuza yardımcı olabilirsiniz.

Şüpheleriniz doğru çıktı ve çocuğunuza okuma güçlüğü tanısı verildi. Peki daha  sonrasında neler yapılabilir?

Sizlere verebileceğimiz ilk tavsiye, çocuğunuzu umutsuz bir hastalığa kapılmış gibi düşünmemeniz ve bunu, ona hissettirmemeniz. Okuma güçlüğü olan çocuklar tanı konma aşamasına kadar okuma güçlüğünün yanında psikolojik bir güçlük de yaşarlar. sınıfta diğer arkadaşları okurken ve yazarken, onun okuyup yazamaması, kendini diğer arkadaşları ile kıyaslayıp eksik bulması, öğretmeninin okumayı sökebilmesi için ona gösterdiği özel ilgi, sizlerin evde yaptığı ekstra çalışmalar derken, farkında olmadan ona psikolojik bir takım sıkıntılar da yaşatmış oluyoruz ve bu durum özgüveninin sarsılmasına sebep olabiliyor.
böyle bir durumda temel amacımız onu desteklemek ve rahatlamak olmalıdır. bunun için haftada 2 veya 3 saatlik özel eğitime başlamalı ve özel eğitimde yapılan çalışmaları tekrar ederek, daha kolay öğrenmesini sağlayabiliriz. okuma güçlüğü yapılan çalışmalar ile üstesinden gelebilen bir güçlüktür ve yapılan bir çok araştırmaya göre de, herhangi bir spor dalıyla uğraşan ya da hobisi olan okuma güçlüğü olan çocuklarda daha hızlı gelişme olduğu gözlemlenmiştir (Schneider ve arkadaşları, 2009)

Ayrıca çalışma ortamınızda ve yapılacak çalışmalarda alacağınız bazı önlemler de okuma yapmayı kolaylaştıracaktır. Bunun için;
* Okuma faaliyeti için sessiz bir alan oluşturabilir,
*  Büyük puntolu ve satırlar arası geniş boşluklar olan kitapları tercih edebilir
*  Kitabı önce siz okuyarak sesinizi kaydedebilir, daha sonra aynı yerleri sizin sesiniz eşleğinde çocuğunuzun okumasını isteyebilirsiniz
*  Hafızasını güçlendirmek için hafıza kartları ile oyunlar oynabilirsiniz.

                                                                                                       Psikolog Özlem Bozkan
                                                                                    Dünya Psikolojik Danışma ve Eğitim Merkezleri

Referans listesi
* Schneider,  S., Vogt, T., Frysch, J., Guardiera, P., Strüder, K. H. (2009).  School sport- A neurophysiological approach, Neuroscience Letters, 467, 131-134.       
* Bender, W. N. (2007). Learning Disabilities: Characteristics, Identification, and Teaching Strategies, 6. Basım.

25 Mart 2015 Çarşamba


Çocuğu okula başlayan her anne baba çocuğu için en uygun okulu ve öğretmeni seçebilmeyi ister. Çocuğun kendini okulda güvende hissetmesi, öğretmenini sevmesi ve onunla iletişim kurması kuşkusuz her aile için önemli beklentilerdir. Çocuğun okulla ilişkisi ise öğretmenle kurduğu bağ ile şekillenir. Bu süreçte anne babalar kurum yetkililerinden çok öğretmenle iletişim kurarlar ki bu iletişimin yeri, zamanı ve içeriği son derece önemlidir.

Çocuğun önünde, okula geliş ve dönüş zamanları başta olmak üzere birçok sohbet açılır. Bu sohbetlerden bazıları çocuğun ihtiyaçları bazıları da anne babaların beklentileri üzerinedir. Tam bu noktada anne babaların çocuğun öğretmenle iletişimini destekleyici adımları çocuğun güvende hissetmesini sağlar.


Çocuğun ifade etmesi gereken durumları çocuğa bırakıp destekleyici rol alın; örneğin çocuğunuz okulda baş edemediği bir sorunu sizinle paylaştığında onu dinleyin, aynı biçimde öğretmeniyle de bu konuyu paylaşabileceğini ve öğretmeninin bu durumu yönetebileceğini söyleyin. Konu her neyse eğer çocuğunuz istiyorsa siz sadece öğretmenine  “Tolga sizinle özel bir konuyu paylaşmak istiyor.” diyerek destekleyici olun. Çocuğun olmadığı ortamda konuyla ilgili sizin de endişeleriniz varsa bunları mutlaka öğretmen ve kurum yetkilisiyle paylaşın. Ayrıca çocuğunuzun öğretmeni ile iletişime geçip, konuyu paylaşıp paylaşmadığını takip etmeyi unutmayın.
Çocuğun önünde öğretmene çocuğun isteklerini söylerken çocuğun gözünde öğretmenin otoritesini koruyun, örneğin çocuk okuldaki herhangi bir derse katılmak istemiyorsa, “bu konudaki kararları öğretmen verir, öğretmeninle anlaşabilirsin” diyerek okul içindeki otoritenin öğretmen olduğunu çocuğa hatırlatın. Çocuğun okul içinde güven duyacağı, seveceği, isteklerini ve ihtiyaçlarını paylaşabileceği bir lidere ihtiyacı vardır eğer o kişi öğretmen olmazsa çocuk sorun yaşadığında kimden yardım isteyip destek alacağını bilemez ve anne babayı arar. Bu nedenle öğretmenlere “Ozan bugün resim dersine girmeyecek, tamam mı?” gibi yönergeleri çocuğun önünde iletmek doğru değildir.

Okul içinde ya da dışında çocuğunuzda gördüğünüz ve hoşlanmadığınız davranışlar hakkında çocuğun önünde öğretmenlerle konuşmak, çocuğa öğretmenin gözünde kendini değersiz ve başarısız hissettirebilir. Bu yüzden bu gibi davranışlar mutlaka randevu alınarak yapılacak özel görüşmelerde paylaşılmalıdır. Öğretmenin sizin kurallarınızı sizin de öğretmenin kurallarını sürdürüyor ve destekliyor olmanız ise çocuğun öğrenme sürecini oldukça hızlandıracaktır. İstenmeyen davranışları ortadan kaldırmak ya da olumlu davranışı kazandırmak aşamasında öğretmenle iletişim halinde olup aynı dili paylaşıyor olmak (tutarlılık) çocuğun dengede kalmasını sağlayacaktır.

Dikkatli olmakta fayda görülen bir diğer konu da okul dışında öğretmen hakkında yapılan konuşmalardır. Çocuğunuz yakındaysa öğretmen hakkında olumsuz ya da çocuğu kaygılandırabilecek konuları kesinlikle paylaşmamak önemlidir. Bazen öğretmenlerin olumlu yönleri de (…öğretmeni çok genç, çok şirin, çok sakin vs.) çocuk için zayıflık gibi algılanabileceğinden bu gibi konuşmalar da öğretmeni güçlü, sevecen ve güvenilir tasvir etmeniz çocuğunuza güven verecektir; çünkü çocuk hayata size duyduğu güvenle tutunur ve sizin güven duyduklarınıza da daha kolay güvenerek daha istekli iletişim kurar.
Çocuğun öğretmen ile olan ilişkisi sizin öğretmenle olan ilişkinize sıkı sıkıya bağlıdır. Sizin her türlü endişeniz çocuk tarafından hissedilir ve çocuğun okulda geçireceği zamanı etkiler. Önemsiz gibi görünen küçük meseleler bile olsa kaygılarınızı kurumunuzla paylaşın ki çocuğunuz kendini güvende hissedebilsin ve keyifle öğrensin

                                                                      Dünya Danışmanlık ve Eğitim Merkezleri
                                                                                  Anaokulları  Koordinatörü
          Psikolog Gülşah Sütlüoğlu

17 Aralık 2014 Çarşamba

SINAV KAYGISI

SINAV KAYGISI NEDİR ?
                     
Eğitim ve öğretimin olduğu her yerde öğrenme düzeyinin ölçülmesi bir gerekliliktir. Ders başarısının ölçülme yolu ise yazılı ve sözlü sınavlardır. Kısacası sınavlar eğitim ve öğretim hayatının vazgeçilmez bir parçasıdır. Fakat bu yöntem bazen öğrenciler için bir takım sorunlara neden olmaktadır. Örneğin; sınav öncesi, sınav anı ve sonrasında öğrencilerin psikosomatik ya da bilişsel şikayetlerinin baş göstermesi gibi sorunlar yaşanabilmektedir. Ülkemizdeki eğitim sisteminde de sınavların son derece önemli bir değerlendirme aracı olduğunu düşündüğümüzde birçok öğrencinin sınavlarla ilgili belirli fizyolojik veya bilişsel sorunlar yaşaması kaçınılmazdır ( Totan ve Yavuz, 2009). Sınav kaygısı, sınav veya herhangi bir değerlendirme sırasında öğrencinin yaşadığı hoşlanılmayan duygular ve heyecana bağlı ortaya çıkan durumlar olarak tanımlanabilir. (Öner, 1990; Zeidner, 2007).Çocuklarda ve ergenlerde en çok karşımıza çıkan kaygı türü sınav kaygısıdır (Yavuz ve Akagündüz, 2004).

Sınav Kaygısının Nedenleri

            Sınav kaygısı, çocukluk döneminde oluşan ve ileriki yaşlarda giderek etkisini gösteren bir duygudur. Sınav kaygısının küçük yaşlarda gelişmesinin sebepleri ise;

  •           Evdeki sıkı disiplin,
  •           Ebeveynleri tarafından sevilmeme korkusu,
  •           Kısıtlayıcı ebeveyn tutumları,
  •           Okuldaki aşırı otoriter eğitim-öğretim anlayışı,
  •           Olumsuz, soğuk ve kırıcı öğretmen eleştirileri,
  •           Cezalar, kıt not verme ve zorlu sınıf geçme koşulları,
  •           Yetişkinlerin olumsuz değerlendirmeleri gibi benliğe yönelik tehdit duygusu,
  •           Sınavın anlamına ve amacına uygun olmayan olumsuz düşünceler,
  •           Öğrencinin sınava yeteri kadar hazırlanamamış olması,
  •           Sürekli olarak arkadaşları ile ders başarısının karşılaştırılması,
  •          Ebeveynler ve/veya öğretmenler tarafından ders başarının küçümsenmesi, başarısızlığın ise büyütülmesi olarak gösterilebilir.

 Görüldüğü üzere sınav kaygısı sadece öğrenciye bağlı olmayıp aile ve sosyal çevre gibi bir takım nedenlerden kaynaklanmaktadır.

     Sınav Kaygısının                Belirtileri

  •           Okul başarısıyla uygun olmayan başarısızlık korkuları gözlemlenebilir,
  •           Kendisini ve akademik başarısını sürekli eleştirir ve kendisine olan güveni azalır,
  •           Sınav zamanı gelmeden çok önce kendisi ile ilgili kaygıları ve sınavla ilgili olumsuz düşünceleri başlar. Bunun sonucu olarak huzursuzluk baş gösterir,
  •           Soruları defalarca okuduğunu fakat anlayamadığı, çözümünün aklına gelmediği gibi söylemleri olur fakat sınavdan hemen sonra doğru cevapları anımsayabilir,
  •           Fiziksel semptomlar gözlenebilir ( çarpıntı, terleme, karın ağrısı vs.),
  •           Sınav esnasında okuduğunu anlamakta, önemli noktaları hatırlamakta zorlanır,
  •      Sınav kaygısı genellikle olumsuz deneyimler ve çevrenin olumsuz eleştirileri sonucu oluşmaya başlar ve bir ritüele dönüşür. Bu aşamadan sonra sınav kaygısı öğrencinin bütün bireysel yöntemlerine rağmen giderek yükselir ve ders başarısı da buna bağlı olarak düşmeye başlar. Bütün bu kısır döngü öğrencinin sınavla ilgili olumsuz düşünce ve inançlarının kalıplaşmasına sebep olur.

             Bu noktada yapılan bireysel denemeler ve ailesel desteğin işe yaramadığı görüldüğünde uzman desteğine başvurmakta fayda vardır.

                     Öneriler

  •       Gevşeme egzersizleri,
  •         Ders çalışmalarını son güne bırakmamak,
  •         Hatırlamanın gerçekleşmesi için kişiye uygun ders çalışma tekniklerini geliştirmek                         (sembolleştirme vs.),
  •          Zamanı etkili kullanma becerilerinin öğrenilmesi ve uygulanması,
  •          Düzenli ders çalışma alışkanlığı edinmek,
  •          Sınav kaygısının altında yatan asıl sebepleri fark etmek ve gerekli önlemleri almak. 

Bu zorlu sınav sisteminde ve güncel eğitim sisteminde karşılaşılan zorluklarda öğrencilere faydalı olacaktır.

                                                                                   Uzman Psikolog
                                                                                  Mustafa EKİZLER


18 Kasım 2014 Salı

ANNE BABA OLMAK…


Anne baba olduk mu duyguları uçlarda yaşamaya başlamışızdır biz. Bitmeyen endişeler yanı başımızdadır artık. Daha bir hassas olmuşuzdur etrafımızda olup bitenlere, daha çok düşünmeye başlamışızdır geleceği.  “Neler yapmalı?” “Nasıl yapmalı?” soruları sarmıştır benliğimizi. Çokça yorgunuzdur ama durmayız, duramayız yapacak çok işimiz vardır çünkü. En masum, en saf sevgiyle döşenmiş yolumuzda, mutlu, gururlu yürümeye çalışıp zaman zaman tökezleyip  zaman zaman koşuveren kişileriz, anne babayız artık bizler……

İşte bu yolculukta çocuklarımız ve biz anne babalar nerelerdeyiz?...…  Doğru yerlerde olabilmek ve olduğumuz yerlerden birbirimize ulaşabilmek için iletişim zincirini oluşturabiliyor muyuz diye durup bir bakalım kendimize.
Çocuklarımızı hepimiz dinliyoruz ama gerçekten onları ne kadar duyduğumuzu sordunuz mu hiç kendinize?..…
Sorunlarını çözmek için onları cesaretlendiriyor muyuz yoksa zaman dar, acelemiz var gibi mazeretler çocuklarımızın önüne geçip onlara fırsat tanımamıza engel mi oluyor?..…
Ya sorumlulukları???   Bu karmaşık dünya kuralları ile başa çıkabilmek için sorumlulukları olduğunu hatırlatıyor muyuz kendilerine?..…
Kurallarımızda devamlılık gösterebiliyor muyuz yoksa söylemlerimiz koşullara, zamana göre farklılık mı gösteriyor?..…
Olumlu davranışlarını görüyor muyuz yoksa yaptıklarını zaten yapmaları gereken şeyler olarak mı düşünüyoruz?...…
Yaşamlarını planlarken onların çokta ait olmadığı bizim düzenimiz ve doğrularımızın içine mi çekiyoruz çocuklarımızı?..…
Meraklı olmalarını teşvik ediyor muyuz yoksa çok sorup araştırmaları bizm için baş edilemeyecek bir süreç mi?.....
Başarı olarak ne bekliyoruz??? İyi bir okul kariyeri mi, yoksa iyiliği, mutluluğu ile ön planda olabilmeyi başarmış bir kimlik mi?  Hangisi bizim önceliğimiz???.....
Tiyatroya gidiyor musunuz? İkiniz sırt sırta verip kitap okuyor musunuz?  En son ne zaman top oynayıp birbirinizi yakaladınız? Yoksa tüm boş zamanlarınız kurs yolların da mı geçiyor?..…
Geceleri yatakları ayıramayan kim? Çocuğumuz mu bizden ayrılamıyor yoksa korkuyor, bizim oda daha sıcak, o da yalnız ben de, o yatamaz şimdi diyerek biz mi ondan kopamıyoruz?..…
Çocuklarınızın arkadaşları varken onlarla arkadaş olmak için yarışıp anne baba kimliklerinizi  kaybettiniz mi?.....


















Peki…. İsteklerinizi, hayallerinizi, kendinizi bir kenara bırakıp hayatınızın merkezine çocuklarınızı mı aldınız?..... Ben ne istiyorum, bu hayatta benim yerim nerede sorularına yanıtınız var mı?.... 
Kendinizi zamansız ve çokça tükettiğiniz  için onlar tırmanırken siz yukarı çıkacak gücü bulamıyor  musunuz kendinizde?....
Belki farkında olmadan belki iyi ve bize göre doğru niyetlerle bir veya birden fazlasını yapıyoruz. Bu davranışlar bizim ve çocuğumuz arasındaki iletişim zincirini kıran noktalardan bazılarıdır.

Peki aramızdaki  iletişim zincirini kurabilmek için yapmamız gerekenler neler???

Öncelikle onları ciddiye alıp ne dediklerini duymaya çabaladığımızı göstermeliyiz. Bize geldiklerinde sevgiyi, güveni ve her şeyin cevabını bulacaklarını, hatalarının sorgulanacağını ama sevginin asla yargılanmayacağını bilmeliler. Kendilerini önemli ve önemsenmiş hissetmeliler. Duygularımızı onlara ulaştırırsak bizim onlara sunduğumuz anlayışı kucaklayacaklardır.
Duyguları ve niyeti doğru bir şekilde algılayabilmeleri ve duruma uygun his ve davranışlar geliştirebilmeleri çok önemlidir. Toplum içerisinde etkili ve sağlıklı ilişkiler kurabilmeleri için çocuklarımızda empati becerisinin gelişimine öncelik vermeliyiz.
Unutmamalıyız ki; yanlış zamanda verilen fazla övgü ve güven birey olma sürecinde kendilerini gördükleri yer ile çevrenin onları koydukları yer arasındaki farkları büyütecektir. Böyle bir tutarsızlık arasında kalan çocuğun kaygı düzeyi artacak sorunlarla baş edebilme becerisi zayıflayacaktır. Bu yüzden sevgi sözlerini ve sevgiyi ölçülü kelimeler ve davranışlarla göstermeliyiz onlara.

 Kaçınmamız gereken bir diğer iletişim engeli de “etiketlemektir”. Çocukta var olan durumun sürekli söylenmesi, algının büyümesine ve yerleşmesine neden olacak çocuk için durum normalleşecek ve bu durumu kendisinin doğal bir parçası olarak algılayacaktır. Maalesef günümüzde çocuklarımızı hazır olmadıkları yerlere çıkarıp taşıyamayacakları yükleri ve sözleri yığıyoruz üstlerine… 
İletişimi engelleyen ve yanlış tarafa yönlendiren bu durumlardan her zaman uzak durmalıyız.
Anne baba olarak hepimizin bildiği ama bazen unuttuğu duyguları ve davranışları tekrar düşünmenizi, durup bir nefes alıp kendi hikâyenize bir göz atmanızı istedim…
Okurken çocuklarınızla kurduğunuz iletişim dilini tekrar gözden geçirebildiyseniz, süreci doğru yapılandırmak için kendinizin de önemli ve değerli olduğunu unutmadan yola devam edebilirseniz, sağlıklı ve mutlu bireyler yetiştirmek için ilk adım atılmış demektir.


                                                                                                        Neslihan GİRGİN
                                                          Psikolog & Aile Danışmanı

10 Ekim 2014 Cuma

ANAOKULUNA BAŞLIYORUM (Z)

Hem çocuk hem aile için zor bir süreçtir anaokuluna uyum dönemi. Anaokuluna başlayan bir çocuk ilk defa evinden farklı bir ortamda tek başına zaman geçirmekte, ilk defa güven objesi olarak gördüğü annesinden, ya da onu büyüten kişiden uzakta kalmaktadır. Çocuğun bireyselleşmek için attığı bu ilk adımda aile de bir adaptasyon sürecinden geçmektedir. En kıymetli varlığı olan çocuğundan ilk kez uzun aralıklar ile ayrı kalacak aile için de bu dönem zaman zaman sancılı olabilmektedir.

 Çocuğun anaokuluna başlama sürecinde sadece çocuğun değil, ailenin de duygusal olarak hazır olması gerekir. Çocuğun ayrılırken duygusal olarak ebeveynin üzüntü ve kaygısını hissetmesi anaokuluna uyum sürecini zorlaştırmaktadır. Çoğunlukla karşılaşğımız durum ebeveynlerin çocuklarının ağlamalarına dayanamadıkları noktada onları anaokulundan alma davranışı göstermeleridir. Bu tutum çocuğun gelişimi için oldukça tehlikeli bir durumdur. Bu nedenle annenin duygusal olarak bu kısa süreli ayrılık sürecine hazır olması ya da iki tarafın ayrılık anksiyetesi yaşamaması için kurum psikologu ve öğretmeni ile birlikte hareket edilmesi önemlidir.

Peki ; çocuğunuzun bireyselleşmeye adımı olan anaokuluna alışma sürecinde nelere dikkat etmeniz gerektiğini biliyor musunuz?
Eğer okulun ya da ailenin programı uygunsa, çocuğun oyun grubu ile başlaması en uygun olanıdır. Oyun grubunun özelliği haftada birkaç gün ve kısa saatler olmasıdır, 3 yaş ve biraz altındaki çocuklar için gerekli ve uygun olacaktır. Oyun Grubu programı sonrası çok rahat, kolaylıkla anaokulu programına başlayabilirler. Oyun Grubu uygun değilse, anaokuluna başlarken Adaptasyon Programı uygulanılmalıdır. Anaokuluna başlayan bir çocuğun ilk 15–20 günü, bazı çocuklarda da birinci ayı adaptasyon dönemi olarak adlandırılır. Bu süreç içinde çocuğun yaşadığı kaygı  normal olarak değerlendirilir. Önemli olan  bu süreçte anaokulunun doğru seçilmiş olması ve çocuğa profesyonel bir şekilde bu evrede destek verilmesidir.
Çocuğun okula karşı güven duygusu oluşturabilmesi için ilk günler sizi okulda görmesi son derece önemlidir. Bu güvenin oluşturulması için gerektiğinde ebeveyne kademeli uzaklaştırma uygulanabilir. Birinci gün ofiste bekleme, ikinci gün, bahçede bekleme, üçüncü gün sadece öğlen yemeğinde görüşme gibi. Size olan güvenini sarsmamak için bu dönemde ben burada seni bekliyorum diyerek okuldan habersizce ayrılmamalısınız. Öğretmen birlikte hareket edin. Öğretmenine güven duyan bir çocuk zamanla ebeveynin yokluğundan kaygı duymayacak, okula ve arkadaşlarına uyum sağlayarak sağlıklı bir sosyalleşme süreci geçirmiş olacaktır.

 Sakin kalmaya çalışın. Kaygı, özellikle ebeveynle çocuk arasında bulaşıcıdır. Çocuk, kaygı duyduğu, canı sıkıldığı her durumda ne kadar endişelendiğinizi anlamak için size bakacak ve endişeli olduğunuzu gördüğünde, bu kendi korkularının yerinde olduğunu doğrulayacaktır. Bu nedenle ne kadar tedirgin, gergin olursanız olun, dışarıdan bakıldığında sakin ve rahat görünmeye çalışın.
Vedalaşmayı uzun sürdürmeyin. Yanında olmadığınızda onun mutlu ve rahat olacağına ilişkin ona güven verin.



Her şeyden önce çocuğun okuldan uzak kalmamasına önem verin. Evde kalış uzadıkça okula dönüş o ölçüde güçleşir. Sakinleşsin, dinlensin, aman üstüne varmayalım diye çocuğu evde tutmak, çocuğun okula adaptasyonun sadece geciktirir iyileştirmez. Çocuğun yanında okulla ilgili olumsuz yorumlar yapılmamalı okula devamı konusunda yüreklendirilmelidir.

Anaokuluna uyum dönemini aşan çocuğun özgüveni artacak, merdivenin basamaklarını güvenli adımlarla tırmanacaktır. Tüm bu çabaların asıl amacı ise; kendine güvenen, hayata karşı güçlü, zorluklarla baş edebilen, çabuk pes etmeyen, kendi ayakları üzerinde durabilen, duyarlı  ve sağlıklı bireyler yetişmesine imkan sağlamaktır.
Unutmayalım ki; büyüyen her çocuk bireyselleşmek için çaba gösterir.
                                                                                                                                   
                                                                                                                         Psk. Pınar Kırkan