17 Aralık 2014 Çarşamba

SINAV KAYGISI

SINAV KAYGISI NEDİR ?
                     
Eğitim ve öğretimin olduğu her yerde öğrenme düzeyinin ölçülmesi bir gerekliliktir. Ders başarısının ölçülme yolu ise yazılı ve sözlü sınavlardır. Kısacası sınavlar eğitim ve öğretim hayatının vazgeçilmez bir parçasıdır. Fakat bu yöntem bazen öğrenciler için bir takım sorunlara neden olmaktadır. Örneğin; sınav öncesi, sınav anı ve sonrasında öğrencilerin psikosomatik ya da bilişsel şikayetlerinin baş göstermesi gibi sorunlar yaşanabilmektedir. Ülkemizdeki eğitim sisteminde de sınavların son derece önemli bir değerlendirme aracı olduğunu düşündüğümüzde birçok öğrencinin sınavlarla ilgili belirli fizyolojik veya bilişsel sorunlar yaşaması kaçınılmazdır ( Totan ve Yavuz, 2009). Sınav kaygısı, sınav veya herhangi bir değerlendirme sırasında öğrencinin yaşadığı hoşlanılmayan duygular ve heyecana bağlı ortaya çıkan durumlar olarak tanımlanabilir. (Öner, 1990; Zeidner, 2007).Çocuklarda ve ergenlerde en çok karşımıza çıkan kaygı türü sınav kaygısıdır (Yavuz ve Akagündüz, 2004).

Sınav Kaygısının Nedenleri

            Sınav kaygısı, çocukluk döneminde oluşan ve ileriki yaşlarda giderek etkisini gösteren bir duygudur. Sınav kaygısının küçük yaşlarda gelişmesinin sebepleri ise;

  •           Evdeki sıkı disiplin,
  •           Ebeveynleri tarafından sevilmeme korkusu,
  •           Kısıtlayıcı ebeveyn tutumları,
  •           Okuldaki aşırı otoriter eğitim-öğretim anlayışı,
  •           Olumsuz, soğuk ve kırıcı öğretmen eleştirileri,
  •           Cezalar, kıt not verme ve zorlu sınıf geçme koşulları,
  •           Yetişkinlerin olumsuz değerlendirmeleri gibi benliğe yönelik tehdit duygusu,
  •           Sınavın anlamına ve amacına uygun olmayan olumsuz düşünceler,
  •           Öğrencinin sınava yeteri kadar hazırlanamamış olması,
  •           Sürekli olarak arkadaşları ile ders başarısının karşılaştırılması,
  •          Ebeveynler ve/veya öğretmenler tarafından ders başarının küçümsenmesi, başarısızlığın ise büyütülmesi olarak gösterilebilir.

 Görüldüğü üzere sınav kaygısı sadece öğrenciye bağlı olmayıp aile ve sosyal çevre gibi bir takım nedenlerden kaynaklanmaktadır.

     Sınav Kaygısının                Belirtileri

  •           Okul başarısıyla uygun olmayan başarısızlık korkuları gözlemlenebilir,
  •           Kendisini ve akademik başarısını sürekli eleştirir ve kendisine olan güveni azalır,
  •           Sınav zamanı gelmeden çok önce kendisi ile ilgili kaygıları ve sınavla ilgili olumsuz düşünceleri başlar. Bunun sonucu olarak huzursuzluk baş gösterir,
  •           Soruları defalarca okuduğunu fakat anlayamadığı, çözümünün aklına gelmediği gibi söylemleri olur fakat sınavdan hemen sonra doğru cevapları anımsayabilir,
  •           Fiziksel semptomlar gözlenebilir ( çarpıntı, terleme, karın ağrısı vs.),
  •           Sınav esnasında okuduğunu anlamakta, önemli noktaları hatırlamakta zorlanır,
  •      Sınav kaygısı genellikle olumsuz deneyimler ve çevrenin olumsuz eleştirileri sonucu oluşmaya başlar ve bir ritüele dönüşür. Bu aşamadan sonra sınav kaygısı öğrencinin bütün bireysel yöntemlerine rağmen giderek yükselir ve ders başarısı da buna bağlı olarak düşmeye başlar. Bütün bu kısır döngü öğrencinin sınavla ilgili olumsuz düşünce ve inançlarının kalıplaşmasına sebep olur.

             Bu noktada yapılan bireysel denemeler ve ailesel desteğin işe yaramadığı görüldüğünde uzman desteğine başvurmakta fayda vardır.

                     Öneriler

  •       Gevşeme egzersizleri,
  •         Ders çalışmalarını son güne bırakmamak,
  •         Hatırlamanın gerçekleşmesi için kişiye uygun ders çalışma tekniklerini geliştirmek                         (sembolleştirme vs.),
  •          Zamanı etkili kullanma becerilerinin öğrenilmesi ve uygulanması,
  •          Düzenli ders çalışma alışkanlığı edinmek,
  •          Sınav kaygısının altında yatan asıl sebepleri fark etmek ve gerekli önlemleri almak. 

Bu zorlu sınav sisteminde ve güncel eğitim sisteminde karşılaşılan zorluklarda öğrencilere faydalı olacaktır.

                                                                                   Uzman Psikolog
                                                                                  Mustafa EKİZLER


18 Kasım 2014 Salı

ANNE BABA OLMAK…


Anne baba olduk mu duyguları uçlarda yaşamaya başlamışızdır biz. Bitmeyen endişeler yanı başımızdadır artık. Daha bir hassas olmuşuzdur etrafımızda olup bitenlere, daha çok düşünmeye başlamışızdır geleceği.  “Neler yapmalı?” “Nasıl yapmalı?” soruları sarmıştır benliğimizi. Çokça yorgunuzdur ama durmayız, duramayız yapacak çok işimiz vardır çünkü. En masum, en saf sevgiyle döşenmiş yolumuzda, mutlu, gururlu yürümeye çalışıp zaman zaman tökezleyip  zaman zaman koşuveren kişileriz, anne babayız artık bizler……

İşte bu yolculukta çocuklarımız ve biz anne babalar nerelerdeyiz?...…  Doğru yerlerde olabilmek ve olduğumuz yerlerden birbirimize ulaşabilmek için iletişim zincirini oluşturabiliyor muyuz diye durup bir bakalım kendimize.
Çocuklarımızı hepimiz dinliyoruz ama gerçekten onları ne kadar duyduğumuzu sordunuz mu hiç kendinize?..…
Sorunlarını çözmek için onları cesaretlendiriyor muyuz yoksa zaman dar, acelemiz var gibi mazeretler çocuklarımızın önüne geçip onlara fırsat tanımamıza engel mi oluyor?..…
Ya sorumlulukları???   Bu karmaşık dünya kuralları ile başa çıkabilmek için sorumlulukları olduğunu hatırlatıyor muyuz kendilerine?..…
Kurallarımızda devamlılık gösterebiliyor muyuz yoksa söylemlerimiz koşullara, zamana göre farklılık mı gösteriyor?..…
Olumlu davranışlarını görüyor muyuz yoksa yaptıklarını zaten yapmaları gereken şeyler olarak mı düşünüyoruz?...…
Yaşamlarını planlarken onların çokta ait olmadığı bizim düzenimiz ve doğrularımızın içine mi çekiyoruz çocuklarımızı?..…
Meraklı olmalarını teşvik ediyor muyuz yoksa çok sorup araştırmaları bizm için baş edilemeyecek bir süreç mi?.....
Başarı olarak ne bekliyoruz??? İyi bir okul kariyeri mi, yoksa iyiliği, mutluluğu ile ön planda olabilmeyi başarmış bir kimlik mi?  Hangisi bizim önceliğimiz???.....
Tiyatroya gidiyor musunuz? İkiniz sırt sırta verip kitap okuyor musunuz?  En son ne zaman top oynayıp birbirinizi yakaladınız? Yoksa tüm boş zamanlarınız kurs yolların da mı geçiyor?..…
Geceleri yatakları ayıramayan kim? Çocuğumuz mu bizden ayrılamıyor yoksa korkuyor, bizim oda daha sıcak, o da yalnız ben de, o yatamaz şimdi diyerek biz mi ondan kopamıyoruz?..…
Çocuklarınızın arkadaşları varken onlarla arkadaş olmak için yarışıp anne baba kimliklerinizi  kaybettiniz mi?.....


















Peki…. İsteklerinizi, hayallerinizi, kendinizi bir kenara bırakıp hayatınızın merkezine çocuklarınızı mı aldınız?..... Ben ne istiyorum, bu hayatta benim yerim nerede sorularına yanıtınız var mı?.... 
Kendinizi zamansız ve çokça tükettiğiniz  için onlar tırmanırken siz yukarı çıkacak gücü bulamıyor  musunuz kendinizde?....
Belki farkında olmadan belki iyi ve bize göre doğru niyetlerle bir veya birden fazlasını yapıyoruz. Bu davranışlar bizim ve çocuğumuz arasındaki iletişim zincirini kıran noktalardan bazılarıdır.

Peki aramızdaki  iletişim zincirini kurabilmek için yapmamız gerekenler neler???

Öncelikle onları ciddiye alıp ne dediklerini duymaya çabaladığımızı göstermeliyiz. Bize geldiklerinde sevgiyi, güveni ve her şeyin cevabını bulacaklarını, hatalarının sorgulanacağını ama sevginin asla yargılanmayacağını bilmeliler. Kendilerini önemli ve önemsenmiş hissetmeliler. Duygularımızı onlara ulaştırırsak bizim onlara sunduğumuz anlayışı kucaklayacaklardır.
Duyguları ve niyeti doğru bir şekilde algılayabilmeleri ve duruma uygun his ve davranışlar geliştirebilmeleri çok önemlidir. Toplum içerisinde etkili ve sağlıklı ilişkiler kurabilmeleri için çocuklarımızda empati becerisinin gelişimine öncelik vermeliyiz.
Unutmamalıyız ki; yanlış zamanda verilen fazla övgü ve güven birey olma sürecinde kendilerini gördükleri yer ile çevrenin onları koydukları yer arasındaki farkları büyütecektir. Böyle bir tutarsızlık arasında kalan çocuğun kaygı düzeyi artacak sorunlarla baş edebilme becerisi zayıflayacaktır. Bu yüzden sevgi sözlerini ve sevgiyi ölçülü kelimeler ve davranışlarla göstermeliyiz onlara.

 Kaçınmamız gereken bir diğer iletişim engeli de “etiketlemektir”. Çocukta var olan durumun sürekli söylenmesi, algının büyümesine ve yerleşmesine neden olacak çocuk için durum normalleşecek ve bu durumu kendisinin doğal bir parçası olarak algılayacaktır. Maalesef günümüzde çocuklarımızı hazır olmadıkları yerlere çıkarıp taşıyamayacakları yükleri ve sözleri yığıyoruz üstlerine… 
İletişimi engelleyen ve yanlış tarafa yönlendiren bu durumlardan her zaman uzak durmalıyız.
Anne baba olarak hepimizin bildiği ama bazen unuttuğu duyguları ve davranışları tekrar düşünmenizi, durup bir nefes alıp kendi hikâyenize bir göz atmanızı istedim…
Okurken çocuklarınızla kurduğunuz iletişim dilini tekrar gözden geçirebildiyseniz, süreci doğru yapılandırmak için kendinizin de önemli ve değerli olduğunu unutmadan yola devam edebilirseniz, sağlıklı ve mutlu bireyler yetiştirmek için ilk adım atılmış demektir.


                                                                                                        Neslihan GİRGİN
                                                          Psikolog & Aile Danışmanı

10 Ekim 2014 Cuma

ANAOKULUNA BAŞLIYORUM (Z)

Hem çocuk hem aile için zor bir süreçtir anaokuluna uyum dönemi. Anaokuluna başlayan bir çocuk ilk defa evinden farklı bir ortamda tek başına zaman geçirmekte, ilk defa güven objesi olarak gördüğü annesinden, ya da onu büyüten kişiden uzakta kalmaktadır. Çocuğun bireyselleşmek için attığı bu ilk adımda aile de bir adaptasyon sürecinden geçmektedir. En kıymetli varlığı olan çocuğundan ilk kez uzun aralıklar ile ayrı kalacak aile için de bu dönem zaman zaman sancılı olabilmektedir.

 Çocuğun anaokuluna başlama sürecinde sadece çocuğun değil, ailenin de duygusal olarak hazır olması gerekir. Çocuğun ayrılırken duygusal olarak ebeveynin üzüntü ve kaygısını hissetmesi anaokuluna uyum sürecini zorlaştırmaktadır. Çoğunlukla karşılaşğımız durum ebeveynlerin çocuklarının ağlamalarına dayanamadıkları noktada onları anaokulundan alma davranışı göstermeleridir. Bu tutum çocuğun gelişimi için oldukça tehlikeli bir durumdur. Bu nedenle annenin duygusal olarak bu kısa süreli ayrılık sürecine hazır olması ya da iki tarafın ayrılık anksiyetesi yaşamaması için kurum psikologu ve öğretmeni ile birlikte hareket edilmesi önemlidir.

Peki ; çocuğunuzun bireyselleşmeye adımı olan anaokuluna alışma sürecinde nelere dikkat etmeniz gerektiğini biliyor musunuz?
Eğer okulun ya da ailenin programı uygunsa, çocuğun oyun grubu ile başlaması en uygun olanıdır. Oyun grubunun özelliği haftada birkaç gün ve kısa saatler olmasıdır, 3 yaş ve biraz altındaki çocuklar için gerekli ve uygun olacaktır. Oyun Grubu programı sonrası çok rahat, kolaylıkla anaokulu programına başlayabilirler. Oyun Grubu uygun değilse, anaokuluna başlarken Adaptasyon Programı uygulanılmalıdır. Anaokuluna başlayan bir çocuğun ilk 15–20 günü, bazı çocuklarda da birinci ayı adaptasyon dönemi olarak adlandırılır. Bu süreç içinde çocuğun yaşadığı kaygı  normal olarak değerlendirilir. Önemli olan  bu süreçte anaokulunun doğru seçilmiş olması ve çocuğa profesyonel bir şekilde bu evrede destek verilmesidir.
Çocuğun okula karşı güven duygusu oluşturabilmesi için ilk günler sizi okulda görmesi son derece önemlidir. Bu güvenin oluşturulması için gerektiğinde ebeveyne kademeli uzaklaştırma uygulanabilir. Birinci gün ofiste bekleme, ikinci gün, bahçede bekleme, üçüncü gün sadece öğlen yemeğinde görüşme gibi. Size olan güvenini sarsmamak için bu dönemde ben burada seni bekliyorum diyerek okuldan habersizce ayrılmamalısınız. Öğretmen birlikte hareket edin. Öğretmenine güven duyan bir çocuk zamanla ebeveynin yokluğundan kaygı duymayacak, okula ve arkadaşlarına uyum sağlayarak sağlıklı bir sosyalleşme süreci geçirmiş olacaktır.

 Sakin kalmaya çalışın. Kaygı, özellikle ebeveynle çocuk arasında bulaşıcıdır. Çocuk, kaygı duyduğu, canı sıkıldığı her durumda ne kadar endişelendiğinizi anlamak için size bakacak ve endişeli olduğunuzu gördüğünde, bu kendi korkularının yerinde olduğunu doğrulayacaktır. Bu nedenle ne kadar tedirgin, gergin olursanız olun, dışarıdan bakıldığında sakin ve rahat görünmeye çalışın.
Vedalaşmayı uzun sürdürmeyin. Yanında olmadığınızda onun mutlu ve rahat olacağına ilişkin ona güven verin.



Her şeyden önce çocuğun okuldan uzak kalmamasına önem verin. Evde kalış uzadıkça okula dönüş o ölçüde güçleşir. Sakinleşsin, dinlensin, aman üstüne varmayalım diye çocuğu evde tutmak, çocuğun okula adaptasyonun sadece geciktirir iyileştirmez. Çocuğun yanında okulla ilgili olumsuz yorumlar yapılmamalı okula devamı konusunda yüreklendirilmelidir.

Anaokuluna uyum dönemini aşan çocuğun özgüveni artacak, merdivenin basamaklarını güvenli adımlarla tırmanacaktır. Tüm bu çabaların asıl amacı ise; kendine güvenen, hayata karşı güçlü, zorluklarla baş edebilen, çabuk pes etmeyen, kendi ayakları üzerinde durabilen, duyarlı  ve sağlıklı bireyler yetişmesine imkan sağlamaktır.
Unutmayalım ki; büyüyen her çocuk bireyselleşmek için çaba gösterir.
                                                                                                                                   
                                                                                                                         Psk. Pınar Kırkan

8 Eylül 2014 Pazartesi

OKULLAR AÇILIRKEN ANNE BABALARA ÖNERİLER


Okulların açılma zamanı geldiğinde hem anne babalarda, hem de çocuklarda tatlı bir telaş başlar. Hem heyecan vardır, hem kaygı.. Anne babalar, her yıl bu dönemde " bu sene geçen sene yaptığımız hataları yapmayalım" duygusuyla çeşitli kararlar alırlar. Çocukları motive etmeye çalışırlar. Kimi zaman kurallar koyarlar, kimi zaman ödül ve ceza..  Ama çoğunlukla her sene bir önceki sene gibi geçer. Bu sene de okula başlayan çocukların anne babalarına bazı önerilerde bulunmak istedim...


Ailenin ve çocugun ilk hedefi çoğunlukla ' Başarı ' dır. Başarıda en önemli  faktör sanıldığı gibi çok çalışmak değil etkili ve verimli çalışmaktır. Bu nedenle çocuğa zamanı iyi kullanmasını ve yönetebilmesini öğretin. Programını öyle yapmalı ki ders çalışmasının yanı sıra bir spor ya da müzik etkinliğine zamanı kalsın. Tüm gününü masa başında verimsiz bir şekilde geçirmesi yerine, keyif alacağı etkinliklere de zamanı kalması çok önemli.

 Çocuk kendi görevleriyle baş başa kalmalıdır. Onun görevini üstlenip, sorunu çözmeye kalkışan anne ya da baba, yaşam boyu bu sorumluluğu taşımak zorunda kalır. Bu nedenle çocuk dersini çalışırken ebeveynden aynı masayı paylaşmamasını isteriz. Ancak anlaşılmayan sorular için çocuk ebeveyne başvurabilmelidir. Ödevini yapmadığı zaman çocuk kendi sorununu öğretmeni karşısında kendi başına çözebilme yollarını bulmalıdır. Örneğin; Çocuk ödevini yapmadığında annesi arayıp öğretmene bitiremediklerini haber verir. Ya da yetiştiremiyor diye annesi ödevinin bir kısmını yapar. Bu durumda da çocuk kendi sorumluluğunu almayı öğrenemez.

Eğer çalışma davranışının sıklığı artırılmak isteniyorsa, çalışma, hoşlanılan ve sık yapılan bir başka etkinlikten önceye alınır. Bu kurala göre çocuğun hoşlandığı işi yapabilmesi için önce belirli bir miktarda ders çalışması gerekecektir. Örneğin; çocuğunuz bilgisayar oynamaktan hoşlanıyor ve her akşam belirli bir süre bilgisayar oynuyorsa, kendisi için şöyle bir kural koyabilir: ‘’Her gece  bilgisayar oynamadan önce şu kadar sayfa kitap okuyacağım’’ gibi. Böylece çocuk belli bir süre ders çalışmayı planlamış olacaktır.




      Başarıda ölçü başkaları değil, çocuğun kendisi olmalıdır.. Doğru olan başkalarıyla yarıştırmak yerine çocuğun kendisiyle yarışmasını sağlayabilmektir. Eğer çocuk bugün, düne oranla olumlu bir değişim göstermişse bu başarı sayılmalıdır. Yavaş yavaş çalışma zamanını arttırması için motive etmelisiniz. Çocuktan  ilk günden saatlerce ders çalışmasını beklemeyin.
Çocuğa yapabileceğiniz en büyük yardım ilgi ve yetenekleri doğrultusunda onu yönlendirmek, ihtiyacı olan desteği (özel öğretmen, kurs vs) ona sağlamak, sorununu çözmede yardımcı olmaktır. Çocuğu, başarılı arkadaşlarıyla kıyaslamak, aşağılamak bize bir şey kazandırmaz. Her çocuğun güçlü ve zayıf yönleri  vardır. Anne babaların görevi çocuklarının güçlü yönlerini bulup keşfetmek ve ona göre yönlendirmektir. Böylece başarılı olma olasılıklarını arttırmış oluruz.
Anne ve baba olarak geçmiş okul yaşantınızdaki başarılarınızı çocuğunuzun tekrarlamasını beklemek ya da elde edemediklerinizi çocuklarınızı zorlayarak elde etmeye çalışmak, sadece kendinizi tatmin etmenizi sağlar. Çocuğunuzun size öfke duymasına sebep olur ve tepkisel olarak başarısız olmaya odaklanabilir.

 Çocuk eğitiminde kalıplardan kaçının. Herkesin yaptığı şey sizin çocuğunuz için doğru olmayabilir.

 Çocuğa soyut bilgi aktarımından ( ahlak dersi vermekten, azarlamaktan) kaçının. Bunun yerine onu olayların içine katarak somut bir şekilde yaşamasına fırsat verin.

 Davranışlarının, yaramazlığının sonuçlarına katlanmasını sağlayın. Masaya çay dökmüşse bırakın kendi temizlesin. Arkadaşının kalemini kırmışsa bırakın kendi harçlığı ile yenisini alsın.

 Anne ve baba olarak çocuğa ‘’tutarlı’’ ve ‘’kararlı’’ davranın. Kuralların ne olduğunu kesin ve net bir şekilde aktarın. Gerektiğinde esnek davranmayı da unutmayın.

Bu öneriler hepinizin bildiği ancak uygulama aşamasına gelindiğinde zorlandığınız durumlarla ilgiliydi. Zaman zaman bu önerileri yeniden okumak uygulama sıklığınızı arttıracaktır..

Yeni öğretim yılında tüm öğrencilere ve anne babalara başarılar dilerim.



                                                                                                                      Uzman Psikolog
                                                                                                                      Şebnem Türkdalı


28 Ağustos 2014 Perşembe

ÇOCUK VE OYUN

Her yetişkin yaşamının ilk yıllarını az ya da çok oyun oynayarak kurmuştur. Yetişkinlerin hatırladıkları çocukluk oyunlarını anlatırken bile nasıl neşe doldukları her hallerinden belli olur. Oyun çocuk için de yetişkin için de anlamlı bir rahatlama sürecidir. Kendi çocukluk sürecindeki oyunları, oyuncakları, oyun arkadaşlarını hatırlayan bir ebeveyn için çocuğunun oyun ihtiyacını karşılamamak söz konusu olamaz.

Günümüzde çocukların oyunları ebeveynlerinin hatırladığı oyunlara kıyasla genelde daha sınırlı mekanlarda, daha korumacı tavırlar arasında ve kesinlikle daha çok oyuncakla ancak daha çocuktan bağımsız görünüyor
Çocuklar artık çok daha çeşitli oyuncaklara sahip ancak alışveriş merkezlerindeki kapalı mekanlarda ya da parklarda yetişkinlerin göz hapsinde oyun oynuyorlar. Şanslı olan azınlık grup geniş fiziki koşullara sahip okullarda ve çevrelerde yaşıyor olsa da genellikle çocuklar sınırlı mekanlarda ve vakitlerde oyun oynayabiliyorlar.



Tüm bu değişen koşullar içinde ebeveynler çocuklarıyla oynarken bazen fazla korumacı bazen de aşırı yönlendirici olabiliyorlar. Ebeveynlerin kendi dönemleriyle çocuklarını değerlendirip ‘bizim zamanımızda böyle oyuncaklar yoktu, kıymetini bil’ ya da ‘bu çocuk çok şanssız hiç sokakta oynayamıyor’ gibi çocukları yargılayan ya da çocukları mağdur gören bakış açıları genellikle çocuğun oyununa şekil verme olarak davranışa dönüşüyor.
Çocuk, oyununda özgürce anlatmak ister dünyasını. Bu nedenle çocukla iletişim kurmanın, onu dinleyip anlamanın en kolay yolu oyununa katılmak ve en önemlisi oyununda izleyici kalabilmektir. Çocuklarınızla oynarken ‘istersen önce bunu kaldır sonra onunla oyna’ ‘bak bu ne renk, kırmızı’ ‘hadi şimdi bunları sayalım, bir ikiiii üüüüç…’ gibi hazır oyuna başlamışken bir şeyler öğreteyim, kurallar kayayım gibi amaçlarınız olmamalıdır. Oyun çocuğun öğrenme zamanı olmaktan çok, anlatma zamanıdır. Öğrenme sürecinde oyunun kullanılması profesyonel bir eğitim işidir ki ebeveynle çocuk arasındaki ilişki profesyonellikten çok anlayışla kurulur.


Anne babalar çocuklarıyla geçirdikleri zaman diliminde mutlaka oyun ve oyuncak seçimini çocuğa bırakmalıdırlar. Çocuk oynarken onun yönergelerini dinleyerek ona eşlik etmelidirler ve oyun içinde öğretici, yargılayıcı ya da manipülatif olmamalıdırlar.
Çocuğun gelişimi ve anne baba ile olan ilişkisinde oyun en güçlü araçtır. Bu aracı bol bol kullanmak ve çocuğun aracı yönlendirmesine izin vermek çocuğunuzla daha derin ilişkiler kurmanızı ve onun kendini ifade edecek keyifli bir ortam yaratmasını sağlayacaktır.
Çocuğunuzla koşulsuz ve en çocuk halinizle oyun oynayacağınız keyifli vakitler dilerim.

                   
                                                                                                             
             Psikolog
       Gülşah Sütlüoğlu

                                                                                                                                       

11 Ağustos 2014 Pazartesi

ÇOCUKLARIZI DEPRESYONA SOKMAYIN

               
"Süper çocuklar yetiştirmek uğruna çocuklarınızı depresyona sürüklemeyin."


Yeni nesil çocuklar artık küçük bir yetişkin gibi davransalar da onların hala bir çocuk olduğu unutulmaması gerekir. Çocuklar sahip oldukları bilgi ve beceriler, ilgi alanları, zihinsel yapıları, yorumları sayesinde artık "küçük bir yetişkin" gibi davranabilirler. Ancak bu durum beraberinde tükenmişlik sendromu, kronik yorgunluk ya da depresyona sebep oluyor.
"Acele ettirilen çocuklar"
Son yıllarda anne babalardan çocuklarıyla ilgili en çok "her çocuğun hoşuna gidecek şeyleri yaptırıyoruz, yine de mutlu olmuyor" , "bütün hafta sonlarımız koşuşturmacayla geçiyor." " ben küçüğün yüzmesini beklerken, babası ablayı piyano dersine götürüyor" gibi yorumlar alıyoruz. Buna karşılık çocuklardan ise "sabahtan öğlene kadar at biniyorum, dinlenmek için keman kursuna, sonra da etüde katılacağım. Aslında o saatte jiu-jitsum var ama sınavım var gitmiyorum. Düşük not alırsam annem başıma dikilir." serzenişleri geliyor. Bu durum "acele ettirilen çocuklar" kavramıyla açıklanabilir. Amerikalı Psikolog David Elkind tarafından ortaya atılan bu kavram çocukların zamanlarını ebeveynlerin tercihlerine göre düzenlediği, bu düzenlemenin de her hafta daha fazla ders, çocuğu sosyal, akademik ve kültürel alanlarda geliştirebilecek daha fazla aktivite anlamına geliyor. Bu aktiviteler yapılmadığı zamanlarda ise anne-babalar rahatsızlık duyuyor. "İyi ebeveynliğin" gereklerini yerine getiremediklerini hisseden anne babalar eğer çocukları kendileri için en iyi yüzücü olmak, jimnastik madalyası almak, en iyi dereceyle okuldan mezun olmak gibi ulaşılabilir fırsatları değerlendirmezlerse onları bir adım ileri taşıyacak şeyi kaçırmış olurlar mı sorusuna takılıyorlar. Bu yüzden de bu fırsatları sürekli artırmaya çalışıyorlar.



"Koruyan öneriler nelerdir ? "
Peki "acele ettirilen çocuk" psikolojisinden uzaklaştıracak, belki de çocukları depresyondan koruyacak öneriler var mıdır diye sorarsanız şu şekilde sıralayabilirim :

  • Çocuklarınızı ilgi ve yetenekleri doğrultusunda yönlendirin. Bu sayede onların psiko-sosyal gelişimlerine katkıda bulunabilirsiniz.Ancak bu etkinliklerin iyi planlanması ve çocuğun kapasitesinin çok üzerinde olmaması gereklidir.
  • Serbest oyun oynamasına ve hayal kurmasına izin verin. Bu çocuklara bağımsızlık sağlar ve kim olduğunu hissettirir.
  • Çocuklarınızı dinleyin. Ancak bu sadece size ne söylediklerini değil beden duruşlarını, yüz ifadelerini, ses tonlarını da dinlemektir.
  • Çocuğunuzu boş boş dururken, hiçbir şey yapmıyorken, peçetelerden oyuncak yaparken ya da çizgi roman okurken gördüğünüzde rahat bırakın. İstediğini yapmaya devam etsin. Bu sayede yoğun bir gün içinde "çocukluğunu" yaşamasına izin verin. 

                                                                                                         Uzman Psikolog
                                                                                                         Belin Güner Nas

5 Ağustos 2014 Salı

ÇOCUKLA UYUMAK

ÇOCUKLA UYUMAK ÇÖZÜM DEĞİL, SORUN ÜRETİR !

Anne babalar küçük yaşlarda çeşitli endişelerle çocuklarının yanlarında yatmasına
izin verebiliyorlar.
Doğumdan sonra bebeği emzirmek daha kolay oluyor diyerek başlayan süreç çocuk için anne sıcaklığını vazgeçilmez kılıyor. Özellikle çaışan anne babaların çocukları öğle uykularını uzatıp,ebeveynleri eve geldikten sonra onlarla daha fazla vakit geçirmek için uyumaz ya da sık sık uykudan uyanır.

Anne babanın yanında kendini güvende hisseden çocuk güven duygusunu sürdürmek için anne baba ile yatmak ister hatta karanlıktan, canavardan, hayaletten korktuğunu ifade ederek kendine mazeretler üretebilir. Çocuğun korkularına ya da isteklerine yenik düşüp çocuğu yanına alan ebeveyn aslında bir alışkanlık yaratma sürecine girmiş olur. Özellikle 3‐4 yaşlarında korkulu rüyalar, kabuslar, gece ağlamaları ve sıçrayarak uyanmalar genelde her çocukta rastlanabilen durumlardır. Elbette bu durumların sıklığı, çocuğun değişen yaşam koşulları gibi etkenler takip edilmelidir.
Çocuğun yaşı büyüdükçe problemlerini onunla yatarak çözmek de mümkün olmayacaktır yani çocukla
yatıyor olmak çözüm değil problem yaratır. Bazı ailelerde ise birlikte uyma talebi çocuktan gelmez, eşlerden birinin şehir dışı seyahatleri, annenin yalnız yatmak istememesi, çocuğu eşe tercih etme gibi nedenlerle ebeveyn de çocuğu yatağa davet edebilir.Çocuğun kendi odasında ve yatağında uyuması anne babadan bağımsızlaşabilme, cinsel gelişim ve genelkişilik gelişimi için son derece önemlidir.




Çocuklardaki uyuma güçlüğünün belli başlı nedenleri şunlardır:

• Anne, baba aşırı hoşgörülüdür. Çocuk uyumamak için türlü bahaneler bulur. Onlar da her dediğini
yaparlar. Böylece her akşam evde bir kargaşa yaşanır, sinirler bozulur.
• Aile aşırı disiplinlidir. Çocuk bu katı tutuma tepkisini uykuya direnerek gösterebilir.
• Çocuğun odası rahatça uyumaya elverişli değildir. Ev aşırı gürültülü ve havasız olabilir.
• Baba eve geç geliyorsa, çocuk onunla daha çok birlikte olabilmek için uyumaz.
• Çocuk gündüz uykusunu alır ve gece daha az uyur.
• Çocuğun odasının ya da yatağının değiştirilmesi uyuma güçlüğüne neden olabilir.
• Kimi çocukların günlük uyku gereksinimi azdır. Sabah geç kalkan çocuğun akşam erkenden uykusu gelmez.
• Çoğu evde, akşam saatleri yaşanan canlılık çocuk için çekicidir. Televizyon seyredilir. Çocuk her zaman
bulamadığı bu ortamdan ayrılmak istemez.
• Kimi çocuk uyumayı annesinden ayrılma olarak değerlendirir ve bunun sıkıntısını duyar. Bu daha çok aşırı
anneye bağımlı çocuklarda görülür.
• Uyku saatine yakın oynanan hareketli oyunlar çocuğun uykusunu kaçırır.
• Aşırı sıcak ve soğuk rahat uyumaya engeldir.

Çocuk sizin yatağınızda yatmak isterse...

Buna izin vermeyin. Bazı çocuklar uyumadan önce veya gece yarısı uyanarak anne ve babalarıyla yatmak
isterler. Kısa bir süre için böyle bir şey yapmanız ileride büyük sorunlara yol açabilir. Sizinle birlikte yatması
çocukta cinsel uyarılar yapabilir. Yine, anne‐babalarıyla yatan çocuklarda anne babaya aşırı bağımlılık görülür.
Yatağınıza gelmek isteyen çocuğu azarlamadan kendi yatağına götürün. Eğer sakin değilse bir süre onunla ilgilenip,konuşarak sakinleşmesini sağlayın.
Çocuğunuzdan bütün alışkanlığını bir anda değiştirmesini beklemeyin adım adım değişiklikler yapın. Çocuk
anne babanın odasından ve yatağından kendi odasına ve yatağına geçemiyorsa önce siz onunla odasını paylaşın, çocuk kendi odasıyla bağ kurdukça hem kendini daha rahat hissedecektir hem de süreç çocuğu daha az yıpratacaktır.Çocuğunuzun kendi odasında ve yatağında yatmasına dair değişiklikler yapmaya karar verdiğinizde ona öğretmeye çalıştığınız her kural gibi önce nedenleri açıklayın ve kesinlikle geri adım atmayın.

Hem sizlere hem de çocuklarınıza huzurlu uykular dileriz.                                  Psikolog
                                                                                                                                      Gülşah Sütlüoğlu